Goal:
03 - Sağlık ve Kaliteli Yaşam

Loading...
Project Logo
Description
AMAÇ 3: SAĞLIKLI BİREYLER Çocuk ölüm oranlarının azaltılması, anne sağlığının iyileştirilmesi, HIV/AIDS, sıtma ve diğer hastalıklar ile mücadelede büyük aşama kaydetmiş durumdayız. 1990 yılından bu yana, önlenebilir çocuk ölümlerinde dünya genelinde %50’yi aşan azalma olmuştur. Anne ölümleri de dünya genelinde %45 azalmıştır. 2000 ile 2013 arasında HIV/AIDS bulaşma oranı %30 azalmış, 6,2 milyonu aşkın insan sıtmadan kurtarılmıştır. Bu ölümler; önleme ve tedavi, eğitim, aşı kampanyaları, cinsel ve üreme sağlığı hizmetleri vasıtasıyla önlenebilir. Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları; AIDS, verem, sıtma ve diğer bulaşıcı hastalık salgınlarını 2030 yılına kadar ortadan kaldırmaya yönelik cesur bir taahhüttür. Amaç, herkesin genel sağlık hizmeti, güvenli ve erişilebilir ilaç ve aşıya kavuşmasını sağlamaktır. Aşı araştırma ve geliştirmelerinin desteklenmesi, bu sürecin vazgeçilmez bir parçasıdır.

Publication Search Results

Now showing 1 - 10 of 72
  • PublicationMetadata only
    Tip 2 Diyabetes Mellitus hastalarında 25-(OH) D vitamini düzeyi mikroalbüminüri ve diyabetin seyri ile ilişkili midir?
    (2022-10-13) Yüksel Salduz Z. İ.; Özder A.; YÜKSEL SALDUZ, ZEYNEB İREM; ÖZDER, ACLAN
    SS-18 TIP 2 DIYABETES MELLITUS HASTALARINDA 25-(OH) D VITAMINI DÜZEYI MIKROALBÜMINÜRI VE DIYABETIN SEYRI ILE ILIŞKILI MIDIR? ZEYNEB İREM YÜKSEL SALDUZ, ACLAN ÖZDER BEZMIALEM TIP FAKÜLTESI AILE HEKIMLIĞI ANABILIM DALI Amaç: 25-(OH) D vitamini (VD) eksikliği birçok çalışmada Tip 2 Diyabetes Mellitusun (Tip 2 DM) ortaya çıkan komplikas yonları için önemli bir risk faktörü olarak tanımlanmıştır (1,2). Çalışmamızın amacı VD düzeyleri ile Tip 2 DM seyrinde ortaya çıkan albuminüri seviyesi arasındaki ilişkinin değerlendirilmesidir. Gereç-Yöntem: Çalışma kesitsel, tek merkezli, retrospektif olarak planlandı. Temmuz 2019-Aralık 2019 tarihleri arasında Bezmialem Tıp Fakültesi Hastanesi Aile Hekimliği polikliniğine ayaktan başvuran Tip 2 DM hastalarının sosyodemografik ve laboratuvar verileri elektronik hasta sisteminden tarandı. 148 hasta çalışmaya alındı. Hastalar VD düzeylerine göre ikiye ayrıldı. 25-(OH) D vitamini 20 ng/mL’ nin altında olanlar VD eksikliği olan grup; grup 1, 25-(OH) D vitamini 20 ng/mL’ nin üzerinde olanlar VD eksikliği olmayan grup; grup 2 olarak sınıflandırıldı. Hastaların Glukoz, Üre, Kreatinin, Kan üre azotu (BUN), Glomeruler filtrasyon hızı (GFR), Alanin aminotransferaz (ALT), Aspartat aminotransferaz (AST), LDL koles terol (LDL-C), HDL kolesterol (HDL-C), Trigliserid (TG), Total kolesterol, HbA1c ve hemogram parametre değerleri olarak Lökosit sayısı (WBC), Eritrosit sayısı (RBC), Trombosit sayısı (PLT), Hemoglobin (Hgb), Hematokrit (Hct), Nötrofil mutlak sayısı (Neut), Lenfosit mutlak sayısı (Lymph), Ortalama eritrosit hacmi (MCV), Ortalama trombosit hacmi (MPV), Vitamin B 12 (Vit B12), Ferritin, Tiroid stimülan hormon (TSH), 25-(OH) D vitamini, mikroalbüminüri düzeyi grup 1 ve grup 2 arasında karşılaştırıldı. Vitamin D seviyeleri ve albüminüri arasındaki ilişki incelendi. Bulgular: Çalışmaya 148 hasta dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 56,58±9,76 idi. 70 hasta erkek, 78 hasta kadındı. Tüm hastaların VD ortalaması 22,80±17,84 ve HbA1c ortalaması 7,56±1,65 bulundu. D vitamini 20 ng/mL’ nin altında 76, üzerinde 72 hastamız vardı. D vitamini 20 ng/mL’ nin altındaki grup 1 hastalarımızda; LDL-C, Total Kol, HbA1c, Lenfosit sayısı, mikroalbuminüri düzeyi anlamlı derecede yüksek bulundu. (p<0.05) (Tablo 1) Sonuç: Çalışmamızda D vitamini seviyesi düşük olan hastalarda mikroalbüminüri ve HbA1c düzeyi yüksek tespit edilmiş tir. Bu durum VD eksikliğinin Tip 2 DM hastalığının kontrolsüz seyrinde ve böbrek fonksiyon bozukluğunda etkili olduğunu düşündürtmektedir. Aile hekimliği kapsamında koruyucu hekimliğin önemi düşünüldüğünde VD desteği diyabetin kont rollü seyrinde ucuz ve etkili bir yöntem olarak gündemde olmalıdır. Kaynaklar 1. Kostoglou-Athanassiou, Ifigenia, et al. \"Vitamin D and glycemic control in diabetes mellitus type 2.\" Therapeutic ad vances in endocrinology and metabolism 4.4 (2013): 122-128. 2. Herrmann, Markus, et al. \"Serum 25-hydroxyvitamin D: a predictor of macrovascular and microvascular complicati ons in patients with type 2 diabetes.\" Diabetes care 38.3 (2015): 521-528. Anahtar Kelimeler:D vitamini, Mikroalbüminüri, Tip 2 diyabetes mellitus
  • PublicationMetadata only
    Nadir Görülen Bir Kanser Türü Olarak Adrenokortikal Karsinom Olgusu
    (2020-11-01) Karadoğan M. T.; Özgen İ. T.; Çakır F. B.; Somuncu S.; Cesur Y.; ÇAKIR, FATMA BETÜL; CESUR, YAŞAR
  • PublicationMetadata only
    Systematic versus cognitive targeted biopsy: evaluation of parameters related to clinically significant prostate cancer and comparison of detection rates
    (2022-10-01) Ersöz C.; İlktaç A.; Kalkan S.; Kayalı Y.; Akbulut H.; Toprak H.; Doğan B.; ERSÖZ, CEVPER; İLKTAÇ, ABDULLAH; KALKAN, SENAD; AKBULUT, HABİB; TOPRAK, HÜSEYİN; DOĞAN, BAYRAM
  • PublicationMetadata only
    The Effect of Intratumoral Budding and Other Histological Features in Predicting Treatment Response in Breast Cancer Patients Receiving Neoadjuvant Therapy
    (2022-11-01) Ozturk C.; DUMAN ÖZTÜRK S.; OKCU O.; Sen B.; YASİN A. İ.; BEDİR R.; YASİN, AYŞE İREM
    Introduction: Neoadjuvant chemotherapy (NAC) is used with increasing frequency in breast cancers. Various clinicopathological parameters predict treatment response (TR). Tumor budding (TB), which is a prognostic parameter in many cancers, can be considered the first stage of the metastatic process. In our study, the relationship between TR and clinicopathological parameters and TB in core biopsy samples of patients before NAC was investigated.
  • PublicationMetadata only
    Evaluation of patients with pathological fractures treated by standard trauma principles but neglecting the underlying malign bone disease
    (2022-11-01) DEMİRÖZ S.; ÖKTEM F.; Celik A.; Erdogan O.; ÖZKAN K.; GÜRKAN V.; GÜRKAN, VOLKAN
    Introduction: There are several studies in the literature about pathological fractures but almost no in-formation about patients whose pathological fracture caused by a malignant lesion misdiagnosed and treated as a simple fracture. The aim of this study was to investigate patient and fracture characteristics, and outcomes in cases where fractures occurred in the presence of a malign pathology but were treated as simple fractures. Patients andMethods: Cases of malign bone lesions between 20 0 0 and 2020 were retrospectively re-viewed. Patients with a final diagnosis of malign bone lesion but whose pathological fractures were treated ignoring the underlying malign bone disease were included. Demographic, clinical and outcome data were collected from patient\"s medical records and analyzed.Results: Six patients met the inclusion criteria. Three of the patients were female and the cohort mean age was 56.8 +/- 21.8 years at the time of admission. Patient diagnoses were: renal cell carcinoma metas-tasis ( n = 1); colon cancer metastasis ( n = 1); chondrosarcoma ( n = 2); osteosarcoma ( n = 1); and undif-ferentiated pleomorphic sarcoma of bone ( n = 1). In all cases surgical management differed from those that should have been applied if the pathological fracture had been identified. Furthermore, surgical man-agement after definitive histological diagnosis were more aggressive compared to if the malignancy had been identified at first admission. All patients died after a mean follow-up of 16.67 +/- 11.7 months and the complication rate was 100%.Conclusion: When a pathological fracture is misdiagnosed and managed as a simple bone fracture, out-comes are extremely poor. In these situations, remedial surgery is more extensive, with increased com-plication rates and there is poor life expectancy.(c) 2022 Elsevier Ltd. All rights reserved.
  • PublicationMetadata only
    CURRENT NUTRITIONAL APPROACHES IN THE TREATMENT OF AUTISM SPECTRUM DISORDER
    (2023-01-01) Tosun Ş.; Mendeş B.; MENDEŞ, BEYZA
  • PublicationMetadata only
    The Role of Quercetin in Diabetes Mellitus
    (2022-12-01) Mendeş B.; Güneş Bayır A.; MENDEŞ, BEYZA; GÜNEŞ BAYIR, AYŞE
  • PublicationMetadata only
    Evaluation of chronotype and sleep quality in infertile population and comparison with fertile population: a cross-sectional study
    (2023-12-01) Özçelik C.; VARLI B.; Gökçe A.; Takmaz T.; ÇETİN Ç.; ÖZCAN P.; TAKMAZ, TAHA; ÇETİN, ÇAĞLAR; ÖZCAN, PINAR
    PURPOSE: Infertility is a stressful condition for couples and can affect patients\" circadian rhythm and sleep quality. The goal of this study is to assess differences in chronotype and sleep quality between infertile and fertile people. METHODS: A cross-sectional study was conducted. The infertile patient population consisted study group. Primiparous patients without any known gynecological disease who presented for routine cervical cancer screening follow-up were included in the control group. The Turkish version of the Morningness-Eveningness Questionnaire (MEQ) and Pittsburg Sleep Quality Index (PSQI) scores were evaluated between groups. RESULTS: A total of 227 patients were assessed. There were 110 patients in the study (infertile) group and 117 patients in the control (fertile) group. The evening chronotype proportion (23.6 vs. 0.9%, p < 0.001) was higher in the infertile group. The median of MEQ score was significantly higher in the fertile patients (50, IQR = 43 - 55 vs. 56, IQR = 51 - 59; p < 0.001), and the median of PSQI score was significantly higher in the infertile patients (5, IQR = 4 - 6, vs. 4, IQR = 3 - 5; p < 0.001). CONCLUSIONS: In this study, we found significantly worse sleep quality, and more evening chronotype in the patients with infertility.
  • PublicationMetadata only
    BESİN PROTEİNİ İLİŞKİLİ PROKTOKOLİT, ENTEROPATİ VE ENTEROKOLİT SENDROMU OLAN ÇOCUKLARIN ANNELERİNİN DİYET ELİMİNASYONU TEDAVİSİ SIRASINDAKİ RUHSAL DURUMLARININ ÇOCUKLARININ KLİNİK BULGULARI İLE İLİŞKİLİ OLARAK DEĞERLENDİRİLMESİ
    (2022-12-02) Bayramova N.; Doğan G.; Kılıç Ö.; Başer Sinoplu Z. E.; Toprak A.; DOĞAN, GÜZİDE; KILIÇ, ÖZGE; BAŞER SİNOPLU, ZEYNEP EFŞAN; TOPRAK, ALİ
    Giriş: İmmunoglobulin E aracılı olmayan besin alerjilerinin tedavisi emziren annelere ve çocuklarına besin eliminasyonudur. Bu süreç çocukların klinik durumuna göre aylar sürebilmektedir. Diyetin uzun sürmesi hem annelerin hem de çocukların yaşamını olumsuz yönde etkileyebilmektedir.Amaç: Bu çalışmada besin protein ilişkili proktokolit (BPİAP), enteropati (BPE) ve enterokolit (BPİES) tanısı alan çocukların annelerinin diyet öncesi ve diyet altında depresyon ve duygu durumlarını değerlendirmeyi ve çocuklarının klinik durumu ile annelerinin ruhsal durumlarındaki değişiklikler arasındaki ilişkiyi belirlemeyi amaçladık.Yöntem: Çocuk Gastroenteroloji Hepatoloji ve Beslenme Polikliniğinde besin protein ilişkili BPİAP, BPE ve BPİES tanısı alan 1-12 ay aralığındaki 42 çocuk hasta ve anneleri dahil edildi. Annelere çocukların beslenme durumları ve demografik verileri ile ilgili sorular soruldu. Başvuru anında ve diyet altında hastaların kilo değerlendirmesı, klinik bulguları (huzursuzluk, emmeyi reddetme, gaz sancıları, kusma, mukuslu dışkılama, kanlı dışkılama, yağlı ishal, kilo alamama, kabızlık) sorgulandı, CoMİSS skorlaması yapıldı. Anneler, çocuklarını sadece anne sütü ile besleyenler, hem anne sütü hem de mama ile besleyenler, sadece mama ile besleyen anneler olarak üç gruba ayrıldı. Annelere diyet öncesi tanı anında ve 2 aylık diyet altında iki kez Beck Depresyon Ölçeği ve Beck Anksiyete Ölçeği uygulandı.Bulgular: Hastaların 16’sı BPİAP, 13’ü BPE, 13’ü BPİES tanılıydı. Hastaların 26’sı (%61,9) kız, 16’sı (%38,1) erkekti. Semptomlarının başlama yaş ortalaması 4 aydı. BPİAP tanılı olanlarda yaş ortalaması 3 ay olarak görüldü. BPİAP tanılı hastalarda huzursuzluk, gaz problemleri, kanlı ve mukuslu dışkılama daha sık; BPE VE BPİES tanılı hastalarda ise kusma, yağlı dışkılama ve kilo alamama şikayetleri daha ön planda izlendi. Diyet öncesi ve diyet sonrası tüm gruplarda CoMiSS değerinde diyet öncesine göre anlamlı düşüş izlendi. Gruplar arasında diyet öncesi ve sonrası depresyon ve anksiyete puanı anlamlı farklılık göstermedi. Çocuklarını sadece anne sütü ile besleyen grupta diyet öncesi ve sonrası anksiyete ve depresyon puanlarında anlamlı bir değişiklik görülmedi. Çocuklarını anne sütü ve mama ile besleyen grupta diyet sonrası hem anksiyete hem de depresyon puanları anlamlı olarak yüksek saptandı. Bebeğini sadece mama ile besleyen annelerin diyet sonrası anksiyete ve depresyon puanları diyet öncesine göre anlamlı olarak azaldı. Çoklu besin eliminasyon diyeti yapan grupta diyet sonrası anksiyete ve depresyon skoru sadece süt eliminasyon diyeti yapan gruptan anlamlı (p <0.05) olarak daha yüksekti. Sonuç: Ig E aracılı olmayan besin alerjisi olan çocukların annelerinin diyet yaptıkları süre içinde ruhsal durumları bozulabilir. Özellikle çocuklarını hem anne sütü hem de mama ile besleyen annelerin diyet süreci sonunda ruhsal etkilenmeleri daha çok olabilir.Çocuklarda diyet tedavisi ile klinik iyileşme sağlanırken, bu süreçte çoklu besin eliminasyon diyeti yapmak zorunda kalan; hem anne sütü hem de mama ile çocuklarını besleyen annelerin ruhsal sağlığı açısından daha dikkatli olunmalı ve gerekli durumlarda annelere destek önerilmelidir.