Diş Hekimliğinde Uzmanlık Tezleri
Permanent URI for this collection
Browse
Browsing Diş Hekimliğinde Uzmanlık Tezleri by Title
Now showing 1 - 20 of 71
Results Per Page
Sort Options
Publication Open Access Ailesel dental transpoziyon olgularında ekzom dizileme yöntemi kullanılarak aday gen araştırılması / Candidate gene identification using whole exome sequencing method in familial dental transposition casesBALABAN, ABDURRAHMAN; KURT, GÖKMENAmaç: Dental transpozisyon, diş sürme mekanizmasındaki bozulmaya bağlı olarak iki komşu dişin yer değiştirmesi şeklinde tanımlanmaktadır. Günümüze kadar çeşitli sınıflandırmalar yapılmıştır. Güncel sınıflamada ise tamamlanmış ve tamamlanmamış dental transpozisyon olmak üzere iki alt birime ayrılmaktadır. Dünya popülasyonundaki prevalansı %0,1-2,4 arasında olmakla birlikte, Türk popülasyonundaki prevalansı %0,1 ve %0,6 arasında değişmektedir. Genel olarak tek taraflı olarak görülmekte ve kadınlarda daha sık ortaya çıkmaktadır. Etiyolojisinde kalıtım, travma, migrasyon, vb. gibi teoriler yer almakla birlikte etiyolojisi günümüze kadar tam olarak aydınlatılamamıştır. Ancak ailesel kümelenme göstermesi, doğumsal kalıtımsal geçiş gösteren diş eksikliği (agenezi) gibi bazı dental anomalilerle yakın ilişkili olması ve dudak-damak yarığı (DDY) (%4-18)- Down (%3-15) sendromu gibi sendromlarla birlikte ortaya çıkması gibi sebeplerle kalıtımsal olabileceği bildirilmiştir. Fakat, genetik olarak bu anomaliye sebep olabilecek gen veya değişimleri (varyasyon) tespit etmeye yönelik herhangi bir çalışma yapılmamıştır. Bu tez çalışmasında sendromik olmayan ailesel dental transpozisyona sahip bireylerde; transpozisyona sebep olabilecek gen ve değişimlerin tespit edilmesinin yanı sıra, transpozisyonla birlikte görülen anomali ve sendromlara (agenezi, Down, DDY) sebep olan genlerdeki yeni değişimlerin saptanması amaçlanmıştır. Gereç ve Yöntem: Bu çalışmaya 3 aileden toplam 6 birey (5E, 1K) dahil edilmiştir. Bireylerden DNA eldesi için swab çubuğu ile yanak epitelinden örnek alınmıştır. Bu örneklerden genomik DNA izole edilerek, kullanılan kitin protokolüne uygun olarak NovaSeq Illumina 6000 cihazı ile tüm ekzom dizileme (TED) yapılmıştır. Elde edilen veri biyoinformatik yöntemler ile analiz edilerek aday genler belirlenmiştir. Bu genler; daha önce bilinen genlerden olması, dental gelişimde rol oynayan bir yolağın içinde yer alması, dental transpozisyon ile akraba dental ageneziye bağlı bir yolağın içinde yer alması, DDY ve Down sendromu gibi dental transpozisyonun görüldüğü sendromlara sebep olan bir yolağın içinde yer alması, Minor Alel Frekans değerinin popülasyon çalışmalarıyla uyumluluk göstermesi (MAF<%0,6) gibi kriterler kullanılarak yorumlanmıştır. Bulgular: Çalışmaya katılan bütün bireylerde etkilenen dişlerden bir tanesinin kanin diş olduğu, transpozisyonun sağ ve sol tarafta eşit olmak üzere tek taraflı olarak ortaya çıktığı, kadınlarda daha çok görüldüğü tespit edilmiştir. Dental transpozisyonun gömük diş, sürme gecikmesi, persiste süt dişi ve konjenital 3. molar agenezi ile birlikte görüldüğü bulunmuştur. Ancak 3. Molar dışında herhangi bir agenezi (özellikle lateral dişlerde) veya peg-shape lateral dişe rastlanmamıştır. Daha önce dental gelişimde rol oynadığı bildirilen DSPP, DSP, GLI3 PRICKLE2 genlerinde, dental transpozisyona sebep olabileceği düşünülen değişimler saptanmıştır. DSPP genindeki değişimlerin otozomal dominant (OD) dentinogenesis imperfekta, dentin displazisi gibi gibi dokusal problemlere yol açtığı bilinmektedir. Bizim bireylerimizde de homozigot karakterde DSPP değişimleri bulunmasına rağmen bu tip hastalıklar görülmemiştir. Bu sebeple bu genin dental transpozisyonda rol oynama ihtimali düşük görülmektedir. Ancak DSPP geninde ayrıca heterozigot bir değişimin bulunması ve DSPP'nin WNT yolağı ile ilişkisi sebebiye agenezi mekanizmasında rol oynayabileceği göz önüne alındığında dental transpozisyon mekanizmasında etkili olabileceği düşünülmüştür. Sanger dizi analizi ve segregasyon analizi ile doğrulama çalışmaları gerekmektedir. Yine DSP ve GLI3 genlerinin dental gelişimde rol aldıkları, sendromik ve sendromik olmayan agenezi-oligodonti ile ilişkilendirildikleri bilinmektedir. Bu değişimlerin görüldüğü bireylerde bu genlerde homozigotik karakterde değişimler bulunmasına rağmen hipodonti-agenezi görülmemiştir. Fakat DSP ve GLI3'ün dental gelişimde rol oynaması, GLI3 geninin dental gelişimde önemli bir görev gören SHH yolağı ile ilişkili olması, yine GLI3 geninin kraniyofasiyal iskeletsel morfolojinin belirlenmesinde etkili olabileceği düşünülmesi sebebiyle bu iki genin de dental transpozisyon mekanizmasında düşük de olsa etkili olabileceği düşünülmüştür. Ancak etkilenmemiş aile bireylerinin de dahil olduğu bir gruba Sanger dizi analizi ve segregasyon analizi ile bu durumun doğrulanması gerekmektedir. PRICKLE2 geninin düzlemsel hücre polaritesi (PCP) sisteminde görev alması, hücresel davranış, sinyalizasyon ve biyolojik süreçlerde yer alması ve amelogeneziste rol oynaması sebebiyle dental transpozisyon mekanizmasında görev alabileceği düşünülmüştür. Bu değişimin bireylerde heterozigot karakterde görülmesi de OD geçişli bir anomali olabileceğini ve hafif bir fenotip olarak dental transpozisyonun ortaya çıktığını düşündürmüştür. PRICKLE2 geninin dental transpozisyonun yanı sıra diğer dental anomalilerin oluşmasında da rol oynayabileceği düşünülmüştür. Çünkü PRICKLE2 değişimi tespit edilen ailedeki indeks bireyde dental transpozisyona ilave olarak 3. molar eksikliği, diş gömüklüğü, sürme gecikmesi, mandibular retrognati, üst keser retroklinasyonu; ebeveynde ise ilave olarak 3. molar eksikliği tespit edilmiştir. Ayrıca PRIKCLE2 geni ageneziye, kötü şekilli dişlere ve kök eksikliğine sebep olan WNT yolağında yer almaktadır. Bu bilgiler ışığında en muhtemel adayımız olarak PRICKLE2 geni görülmüştür. Ancak kesin sonuçlara ulaşabilmek amacıyla bu genin dental transpozisyon göstermeyen aile bireylerinin de dahil olduğu tüm aile üzerinde yapılacak Sanger dizi analizi, segregasyon analizi ile doğrulanması ve sağlıklı popülasyonlar üzerinde yapılacak ileri çalışmalarla kesinleştirilmesi ve hayvan modelinde fonksiyon testleri yapılması planlanmaktadır. Bunlara ilave olarak Gli3 eksikliği olan farelerde DDY görülmesi, SHH yolağında yer alan GLI3 ve WNT yolağında yer alan PRICKLE2 genlerinin Down sendromunda salınımının değiştiğinin bilinmesi, ailesel dental transpozisyonun bu hastalıklarda subklinik fenotipik bir dışavurum olabileceği düşünülmüştür. Ancak özellikle DDY'de literatürle uyumlu olarak; dental anomalilerin daha çok yarık bölgesindeki alveolar kretlerin ve diş germlerinin yer değiştirmesi, cerrahi işlemler sebebiyle oluşan skar dokusunun etkisiyle maksiller gelişim yetersizliği görülmesi gibi çevresel etmenler sebebiyle oluşmasının daha muhtemel olduğu öngörülmüştür. Dental gelişimde çok önemli rol oynadığı bilinen ve daha önce mandibular kanin transpozisyonunda etiyolojik faktör olabileceği düşünülen MSX1 ve PAX9 genlerinde herhangi bir anlamlı değişim bulunamamıştır. Sonuç: Bu tez çalışmamızda dental transpozisyonun daha çok maksiller kaninlerde, sağ ve solda eşit olmak üzere tek taraflı, daha çok kadınlarda görülmesi gibi genel literatür bilgileriyle uyumlu sonuçlar elde edilmiştir. Diş gelişimi ve herediter karaktere sahip dental agenezi mekanizmasında görev alan bazı genlerde değişimler saptanması ve ailesel kümelenme sebebiyle dental transpozisyonun da OD geçişli kalıtımsal bir karakter gösterebileceği tespit edilmiştir. Diş gelişiminin karmaşık yapısı sebebiyle dental transpozisyon oluşumunda tek bir gen değil de multifaktöriyel etkileşimlerin görev aldığı düşünülmüştür. Ancak kesin sonuçlar için daha ileri aile çalışmalarına ihtiyaç duyulduğu tespit edilmiştir. Ayrıca etkilenen tüm dişlerin maksiller kaninler olması sebebiyle migrasyon teorisinin de göz ardı edilmemesi gerektiği ortaya çıkmıştır. Bu çalışmada kullanılan TED yönteminin aday gen belirlemede efektif olduğu bulunmuştur. Elde edilen bulguların dental gelişimin daha iyi anlaşılmasına önayak olacağı, böylece bu tip anomali ve maloklüzyonlara farklı bir bakış açısı getirilerek erken dönemde en uygun teşhis ve tedavi imkânı sunulabileceği değerlendirilmiştir.Publication Open Access Alt tam dişsiz çenede farklı yöntemler ile üretilmiş implant destekli hibrit protezlerin kemik üzerinde oluşturduğu gerilme miktarlarının karşılaştırılması / Evaluation of amount of stress distribution on edentulous mandible generated by implant supported hybrid overdentures fabricated with different techniquesTAŞIN, SİMGE; ÜŞÜMEZ, ASLIHANBu tez çalışmasında amacımız; interforaminal bölge içerisinde mezialde 2 adet dik, distalde 2 adet uzun ve 30˚ distale eğik implantlar uygulandığında, implant destekli hibrit protez metal altyapısı üretiminde; klasik kayıp mum tekniği, klasik kayıp mum tekniği kullanılarak hazırlanmış metal altyapının kesilip model üzerinde tekrar lehimlenmesi, CAD/CAM freze, yarı sinterlenmiş bloktan CAD/CAM freze veya lazer sinter, teknikleri kullanıldığında oluşan pasif uyumun (misfit) ve gerilme dağılımlarının karşılaştırılmasıdır. Yöntem ve Gereç: Çalışmamızda, tam dişsiz mandibula modeli kullanılmıştır. Bu model epoksi rezinden elde edilmiştir. Modelde, interforaminal bölgede mezialde iki tane (4,6x10 mm çapxboy) okluzyon düzlemine dik, distalde ise distale eğik (30°) ve uzun iki tane (4,6x15 mm çapxboy) kemik seviyesinde implant yerleştirilmiştir. Bu model üzerinde, Co-Cr alaşımından beş farklı üretim yöntemiyle hibrit protez altyapıları elde edilmiştir. Bunlar; 1-geleneksel döküm (P-1), 2-geleneksel döküm tekniğiyle hazırlanmış metal altyapının kesilip lehimlemesi (P-2), 3-CAD/CAM freze (P-3), 4-yarı sinterlenmiş bloktan CAD/CAM freze (P-4), 5-lazer sinterleme (SLS) (P-5) yöntemleridir. Altyapılar üzerine standardizasyonun sağlanması için aynı tasarımda akrilik üst yapılar elde edilmiştir. Misfit ölçümü; 'tek-vida testi' uygulanarak dijital kamera ile alınmış görüntüler üzerinden bilgisayar programı yardımıyla yapılmıştır. Protezlerin model üzerine torklanması sonrası oluşan gerilme ve farklı bölgelerden dikey kuvvet (105 N) uygulanması sırasında oluşan gerilme miktarları strain gauge gerilme analizi yöntemi ile hesaplanmıştır. Elde edilen değerler, gruplar içinde ve gruplar arasında tekrarlayan ölçümlerde iki yönlü ANOVA ve Tukey's HSD testleri ile karşılaştırılmıştır. Bulgular: En küçük misfit miktarı P-3'te görülürken (99,11 µm), bunu sırayla, P-4 (120,12 µm), P-2 (122,19 µm), P-5 (139,07 µm) ve P-1 (151,63 µm) yöntemi ile üretilen restorasyonlar göstermektedir. Misfit ve gerilme miktarları arasında anlamlı bir ilişki vardır (p<0,05). En düşük misfit değerleri gösteren P-3'te, torklama sonrasında protezde (81.10 MPa) ve modelde (374.80 MPa) en düşük gerilme değeri ortalaması tespit edilmiştir. Bunu sırayla, protezde görülen gerilme miktarları olarak; P-2 (133,25 MPa), P-4 (235,13 MPa) ve P-5 (378,41 MPa) veP-1 (542,75 MPa) yöntemleri izlerken, modelde görülen gerilme değerleri olarak; P-2 (496 MPa), P-5 (547,9 MPa) ve P-4 (636,75 MPa),P-1 (754,14 MPa)yöntemleri izlemektedir. Yüklemeler sırasında protezlerde görülen gerilme değerleri küçükten büyüğe sıralandığında; P-4(20,79 MPa), P-5(23,17 MPa), P-2(24,81 MPa), P-3 (33,57 MPa), P-1(40,48 MPa) yöntemleriyle üretilmiş protezler şeklindedir. Modeldeki implantlar çevresinde oluşan gerilmeler değerlendirildiğinde implantlar, yükleme yerleri ve bu iki değişkenin ilişkisi arasında istatiksel olarak anlamlı bir fark görülürken (p<0,05), protezler arasında ve protezlerin dahil olduğu değişkenlerin ilişkileri arasında anlamlı farklar tespit edilememiştir (p>0,05). Sonuçlar:Altyapı elde edilme yöntemi pasif uyumu anlamlı bir şekilde etkilemiştir. Misfit miktarı/dağılımı ve gerilme miktarı/dağılımı arasında anlamlı bir ilişki tespit edilmiştir. Yükleme sırasında, istatistiksel olarak gerilme miktarı ile misfit değerleri arasında anlamlı bir korelasyon tespit edilememiştir. Aynı şekilde, hibrit protezlerin model üzerinde torklanması sonrasında protezler üzerinde ve modelde oluşan gerilme değerleri ile yükleme sırasında protezler üzerinde ve modelde oluşan gerilme değerleri arasında istatistiksel olarak anlamlı bir korelasyon tespit edilememiştir. İmplant çevresindeki kemik dokusunun tolere edebildiği protetik misfit miktarı hala tam olarak bilinmemekle birlikte, misfit miktarını mümkün olduğu kadar küçük tutmanın faydalı olduğu bilinmektedir.Publication Metadata only Alt tam dişsiz çenelerde farklı yöntemler ile üretilmiş implant destekli hibrit protezlerin kemik üzerindeki gerilme miktarlarının karşılaştırılması(Bezmialem Vakıf University) TAŞIN, Simge{{abstract}}Publication Open Access Alt yirmi yaş dişlerinin proksimal kontak sıkılığına, ark boyutlarına ve alt keser çapraşıklığına etkisinin değerlendirilmesi / Influence of impacted mandibular third molar teeth onproximal contact tightness, mandibular archperimeters and lower anterior crowding(Bezmialem Vakıf University, 2019) BİLSEL, Hakan; DR. ÖĞR. ÜYESİ BERZA YILMAZThe lower incisors crowding, present in the early period of life more or less, is worsening with aging and this situation is considered as a common clinical problem. The etiological factors assumed to affect the late mandibular incisors crowding are stated in the literature as follow; skeletal morphology, growth pattern and late mandibular growth, soft tissue maturation, periodontal forces, anterior component of the occlusal forces, occlusal factors and presence of mandibular third molars. Many clinicians still consider that anterior crowding increases by the mesially directed force resulting from the third molar's eruption. The aim of this study was to investigate the effects of impacted mandibular third molar teeth on the proximal contact tightness on lower posterior segments, mandibular arch perimeters and lower anterior crowding. 60 volunteer dental school students were included in our study in accordance with the selection criteria. The participants were divided into three groups according to presence or absence of their third molar teeth: Bilateral agenesis of lower third molars (Group 1), bilateral impacted lower third molars (Group 2) and bilateral extraction of impacted lower third molars (Group 3). Initial records (T0) included lower study models, cephalometric and panoramic X-rays. Study casts and cephalometric X-rays were taken at 6th month follow up (T2). Interproximal force measurements were carried out at the beginning (T0) and at 6th month follow up (T2) for Groups 1 and 2. Additional interproximal force measurements were performed following the impacted third molar extractions for the Group 3. The data were analyzed by using SPSS (Statistical Package for Social Sciences) for Windows 22.0. There are no significant intergroup differences for interproximal tightness force, arch length, intermolar dimension, inclination and position of incisors parameters at the beginning. However, in Group 3, initial inter-canine dimension and initial irregularity index were significantly less than the other groups. Initial inter-premolar dimension in Group 1 was wider than the others. The interproximal tightness force measurements recorded after extraction and those recorded at the 6th month follow up in Group 3 were found to be significantly lower compared to the initial measurements. There were no significant differences between the initial and 6th month follow up interproximal tightness measurements in Groups 1 and 2. The arch perimeters, irregularity index, inclination and position of incisors and mandibular length were found stable in all groups during the study. There are no significant differences on the position of the lower incisors and on the interproximal tightness forces according to the position of the lower third molars. The inclination of lower incisors is significantly higher on mesioangular and Class C lower third molars. The presence or absence of the lower third molars were found not affecting the initial mandibular arch perimeters, the inclination and position of the lower incisors. However, it was observed that the interproximal tightness values measured from posterior teeth were decreasing immediately after the extraction of the lower third molar teeth, then there was a statistically insignificant increase in these forces during the follow-up period.Publication Open Access Biyoaktif cam nanopartikülleri ile modifiye edilmiş biodentine materyalinin sitotoksik özelliklerinin değerlendirilmesi/ The cytotoxicity of biodentine modified with nanosized bioactive glass particles(Bezmialem Vakıf University, 2018) ÖZTÜRK YUCA, Tuğçe; DOÇ. DR. MEHMET BURAK GÜNEŞERThe aim of this study was to evaluate the biocompatibility of Biodentine (Septodont, France) mixed with bioactive glass nanoparticles at 1 wt % and 2 wt %. Bioactive glass nanoparticles was produced by sol-gel technique. The materials was assigned to 3 groups as Biodentine (control group) and Biodentine which modified with bioactive glass nanoparticles %1 wt and %2 wt. After preparation of material discs, groups were divided into 3 subgroups according to setting times (1, 3 and 7 days) (n=20). Before cytotoxicity tests, samples assigned to 2 more subgroups according to incubation time with cells. (24 and 48 hours) (n=10). Following assignation part, cytotoxic properties of the materials were evaluated by MTT method. Data were statistically analyzed by using Kruskall Wallis test and Mann Whitney- U test (p=0,05). No statistical differences were observed between cytotoxicity levels of different material groups (p<0.05). One-day old samples were more cytotoxic than 3-days and 7-days old samples in all test groups (p<0.05). Regardless type of materials, significantly higher cytotoxicity levels were detected at 24 hours incubation time more than 48 hours at 1-day and 3-days old samples (p>0.05). This in vitro study demonstrated that the addition of bioactive glass nanoparticles to Biodentine does not alter its cytotoxicity. Moreover, it is possible to mention that Biodentine and modified Biodentine have initial cytotoxicity.Publication Open Access CAD/CAM materyallerine uygulanan farklı polisaj metotlarının streptococcus mutans adezyonuna etkisi Effect of different polishing methods on streptococcus mutans adhesion of CAD/CAM materials(Bezmialem Vakıf University, 2020) GÜVENER, Nazlı Hilal; DOÇ. DR. ÖZLEM KARACEREC Blocs with feldspathic porcelain, IPS e.max CAD with lithium disilicate glass-ceramic, IPS Empress CAD with leucite-reinforced glass- ceramic and CAD/CAM blocks of Vita Suprinity and zirconia reinforced lithium silicate glass ceramic content were used. Enamel sections were used as control group. Ceramic groups (n=20) and natural teeth (n=10) were prepared (5x5x1 mm). The ceramic materials were randomly divided into 2 subgroups (n=10). One group of each material was prepared for glase treatment, the other group was polished with hand tools. Surface roughness for all specimens was measured with a profilometer. The samples were coated with musin containing artificial saliva for 1 hour to form pellicle layer on the surface. After 24 hours of incubation with Streptococcus mutans strain, colonies were counted to determine the retention of microorganisms. SEM images were taken to examine the surface topography. With respect to surface roughness, glazed groups were significantly smoother than enamel section and manual polished groups (p<0.05). The highest mean surface roughness was obtained in the enamel sections. The lowest bacterial density was found in enamel in the groups compared for bacterial adhesion. Glazed CEREC Blocs and manual polished IPS e.max CAD showed the lowest bacterial adhesion after enamel group. Positive correlation without statistically significant between roughness and bacterial adhesion was found (p>0,05). It is concluded that glaze treatment is a more effective method for forming a smooth surface in restorations. The absence of a strong correlation between bacterial adhesion and surface roughness suggests that physicochemical properties are also effective in adhesion.Publication Open Access Caıro tip 2 ve tip 3 lokalize diş eti çekilmelerinde uygulanan sdg operasyonlarında konvansiyonel ve modifiye askı sütur tekniklerinin karşılaştırılması / Comparison of conventional and modified sling suture techniques in FGG operations with cairo TYPE 2 and TYPE 3 localized gingival recessionsSHAKILIYEVA, SANUBAR; GÜNPINAR, ŞADİYEBu çalışmanın amacı, serbest diş eti grefti (SDG) operasyonlarında uygulanan gingival ünite grefti (GÜG) ve konvansiyonel greft (KG) tekniklerinde kullanılan konvansiyonel sütur (KS) ve modifiye askı sütur (MAS) tekniklerinin klinik parametreler ve greft boyutlarına olan etkisinin incelenmesidir. Alt çene kesici dişlerinde CAIRO Tip 2 (RT2) ve Tip 3 (RT3) diş eti çekilmelerine sahip 52 birey; a) GÜG+MAS (n=13), b) GÜG+KS (n=13), c) KG+MAS (n=13) ve d) KG+KS (n=13) olmak üzere dört gruba ayrıldı. Tüm bireylerde keratinize diş eti genişliği (KDG), keratinize diş eti kalınlığı (KDK), rölatif diş eti çekilme yüksekliği (rDÇY) ve rölatif vestibül derinlik ölçümleri dijital kumpas ve UNC 15 periodontal sond kullanılarak kaydedildi. İyileşme dönemindeki greftin yüzey alanı (GYA) ImageJ programı ile ölçülerek greft boyutlarındaki değişim belirlendi. Tüm ölçümler başlangıç, 1. ve 3.ayda tekrarlandı. GÜG+KS grubunda 1.ay ve 3.ay değerlerinde başlangıç değerlere göre görülen KDG artışının GÜG+MAS grubundan anlamlı şekilde yüksek olduğu saptandı (p<0.05). Başlangıç KDK değerlerinin, GÜG+MAS grubunda, KG+MAS ve KG+KS gruplarına göre anlamlı yüksek olduğu (p<0.05), diğer taraftan, değerlendirilen zaman dilimlerindeki KDK düzeylerindeki değişimin (Δ) gruplar arasında anlamlı olmadığı belirlendi (p>0.05). ΔGYA (mm2) ve ΔGYA (%) değerleri gruplar arasında karşılaştırıldığında, KG+MAS grubunda 1.ay ve 3.ay değerlerindeki başlangıç değerlerine göre görülen düşüş miktarının, GÜG+MAS ve GÜG+KS grubundan anlamlı şekilde yüksek olduğu tespit edildi (p<0.05). ΔrDÇY ve ΔrVD ölçümleri ise gruplar arasında farklı değildi (p>0.05). Bu çalışmanın sınırları dahilinde, SDG operasyonlarında, GÜG ve KG teknikleri ile başarılı bir şekilde keratinize diş eti elde edilebildiği, diğer taraftan, kullanılan sütur tekniğinden bağımsız olarak GÜG tekniği ile elde edilen greftin boyutsal olarak daha az büzülme gösterdiği sonucuna varılabilir. Anahtar Kelimeler: Büzülme, Gingival Ünite Grefti, Modifiye Askı Sütur, Serbest Dişeti GreftiPublication Metadata only cerrahi destekli hızlı maksiller genişletme sonrası nazal havayolu hacmi ve nazal hava akımındaki değişikliklerin akustik rinometri, rinomanometri ve dental volumetrik tomografi ile karşılaştırmalı olarak değerlendirilmesi(Bezmialem Vakıf University, 2020-05) ALAGÖZ, ElifhanOur stduy consists of 13 adult individuals who completed skeletal development ages between 15 and 26, include 3 males and 10 females. In our study, Dental Volumetric Tomograpy image was obtained at 2 different times preoperation and 3 moths after the expansion was completed. Acoustic Rhinometry and Rhinomanometry measurements were made, VAS and NOSE surveys were scored at preoperation and 3 months after the expansion was completed. Nasopharyngeal-oropharyngeal airway volume and areas were calculated by using Romexis 3.8.3. R and Nemotec V2019 software programs. While evaluating the findings of the study, IBM SPSS Statistics 22 program was used for statistical analysis.Publication Metadata only Çeşitli bitkisel özütlerin dental erozyonu önleyici etkilerinin in vitro olarak değerlendirilmesi(Bezmialem Vakıf University, 2018) SARIALİOĞLU GÜNGÖR, Ayça; Doç. Dr. Nazmiye DÖNMEZThe aim of this thesis was to evaluate the effect of some plant extracts with the ability to inhibit MMP activity to dentin erosion in vitro.Publication Open Access Çeşitli yüzey pürüzlendirme işlemleri ve temizleme ajanlarının PEKK-kompozit yapısının bağlanma dayanımı ve rengi üzerine etkisi / The effect of different surface treatment and denture cleansers on the bond strenght and color stability of PEKK-composite structureERDEM, KÜBRA; ÖZYILMAZ, ÖZGÜN YUSUFBu çalışmamın amacı; çeşitli yüzey pürüzlendirme yöntemlerinin ve temizleme solüsyonlarının PEKK-kompozit yapısının bağlanma dayanımı ve rengi üzerine etkisini incelemektir. PEKK bloklardan 10 mm çapında 4 mm yüksekliğinde 196 adet disk elde edilmiştir. Elde edilen örnekler Asit (%9,5 Hidroflorik asit), Er-YAG lazer (150 mJ, 10 Hz, 1.5 W) Kojet (30 µm Al2O3) ve Kontrol (Yüzey işlemi uygulanmamış) olmak üzere rastgele 4 farklı yüzey işlem grubuna ayrılmıştır (n=48). Yüzey işlem uygulamalarının ardından tüm örneklerin yüzey pürüzlülük ölçümleri yapılmıştır. Tüm yüzey işlem gruplarından pürüzlülük ölçüm sonuçlarına göre ortalamaya en yakın olan her bir gruptan birer örnek seçilerek SEM (Taramalı elektron mikroskobu) analizleri yapılmıştır. Pürüzlendirme işlemi sonrası örneklere PEKK bond uygulanarak, teflon kalıp yardımıyla PEKK yüzeyine 3 mm çapında 4 mm yüksekliğinde pembe kompozit rezin bağlanmıştır. Her bir pürüzlendirme grubu örneklerin maruz bırakılacakları solüsyonlara göre 4'e ayrılmıştır. Gruplar; Corega, Protefix, Curaprox ve Distile su olacak şekilde sıralanmıştır (n=12). Örnekler 140 gün boyunca günde 8 saat olmak üzere protez temizleyicilerine maruz bırakılmıştır. Örneklerin solüsyonlarda bekletilmeden önceki ve bekletildikten sonraki renk ölçümleri spektrofotometre cihazı ile yapılmıştır. Renk parametreleri (L *, a *, b *, ΔE) CIE Lab (Comission Internationale de L'Eclairage) sistemine göre hesaplanmıştır. Makaslama bağlanma dayanımı testi için, örneklerde kopma meydana gelene kadar 1mm/dk yükleme hızıyla kuvvet uygulanmıştır. Kopma anındaki kuvvet kaydedilerek makaslama bağlantı dayanımı ölçülmüştür. Makaslama bağlantı testi sonrası başarısızlık tipleri adeziv, koheziv ve karışık olarak sınıflandırılmıştır. Gruplararası farkları belirlemek için İki Yönlü Varyans analizi (Two- way Anova) ve Tek Yönlü Varyans analizi (One- way Anova) grup içi farkları belirlemek için Post-Hoc Tukey HSD Çoklu Karşılaştırma Testi ve Tamhane's T2 testleri kullanılarak istatistiksel analizler yapılmıştır. Grup içi karşılaştırmalarda öncesi ve sonrası verilerde homojen dağılım var ise Bağımlı örneklem t testi, homojen dağılım yok ise Wilcoxon testi kullanılmıştır. Sonuçlar p≤0,05 anlamlılık düzeyinde değerlendirilmiştir. Çalışma bulgularına göre; pürüzlülük değerleri ölçülen gruplar arasında istatistiksel olarak anlamlı olmadığı görülmüştür (p≥0,05). Gruplar kendi içerisinde değerlendirildiğinde ise HF asit ve Er-YAG ile yapılan pürüzlendirmenin istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmüştür (p≤0,05) ve iki grupta da istatiksel olarak pürüzlülük değerleri artmıştır. Kojet grubu pürüzlülüğü arttırmıştır fakat bu değişim istatiksel olarak anlamlı görülmemiştir (p≥0,05). Çalışmamız bağlanma dayanımı yüzey işlemleri açısından incelendiğinde, tüm yüzey işlem gruplarında, Kontrol grubuna kıyasla istatistiksel olarak anlamlı derecede daha yüksek bağlanma dayanımı değerleri izlenmiştir (p≤0,05). Bağlanma dayanımı ortalaması en yüksekten en düşüğe doğru HF asit, Kojet, Er-YAG lazer ve Kontrol grubuna aittir. Çalışmamızın bağlanma dayanımı değerleri, temizleme solüsyonları açısından incelendiğinde; Corega, Protefix ve Curaprox gruplarında bağlanma dayanımı değerleri açısından istatiksel olarak anlamlı farklılık izlenmemiştir (p≥0,05). Distile su grubundaki bağlanma dayanımı değerleri, diğer tüm temizleme solüsyonlarına göre anlamlı derecede daha düşük bulunmuştur (p≤0,05). Corega ve Curaprox grubuna ait örneklerin renk değişim değerleri (ΔE) istatistiksel olarak Protefix ve Distile su grubuna göre anlamlı derecede daha yüksek bulunmuştur (p≤0,05). Corega ve Curaprox ile hazırlanan temizleme solüsyonlarının PEKK- kompozit yapısının renk değişimi üzerindeki etkisi klinik olarak kabul edilemezken, Distile su ve Protefix solüsyonun etkisi klinik olarak kabul edilebilir sınırlar dahilindedir. Anahtar Kelimeler: Polieterketonketon (PEKK), Yüzey Pürüzlendirme, Temizleme Solüsyonları, Kompozit, SEM.Publication Open Access Dar çaplı implantlarda açılı ve düz titanyum abutment vidalarının farklı dinamik yüklemeler sonucu oluşan tork kaybı ve vida gevşemesinin in-vitro incelenmesi / Torque decrement and screw loosening values resulting under different dynamic loadings on angled and straight titanium abutment with narrow diameter implants: An in-vitro investigationGÜVEN, MEHMET ESAD; ÜŞÜMEZ, ASLIHANBu tez çalışmasında amacımız; dar çaplı implantlar üzerinde, açılı ve düz abutmentların farklı dinamik yükleme siklusları sonrası oluşan tork kaybı ve vida gevşeme değerlerini in-vitro olarak incelemek ve dinamik yükleme öncesi değerler ile karşılaştırmaktır. Yöntem ve Gereç: Çalışmamızda, 40 adet 3,5 mm çaplı 10 mm boyunda implantlar ve üst yapı olarak 20 adet düz, 20 adet 15° açılı titanyum abutmentlar kullanılmıştır. Örnekler, 4 alt gruba ayrılmıştır: 1.grup: Düz abutmentların 3x105 kez dinamik yüklenmesi (Grup: D3), 2.grup: Düz abutmentların 6x105 kez dinamik yüklenmesi (Grup: D6), 3.grup: 15° açılı abutmentların 3x105 kez dinamik yüklemesi (Grup: A3), ve 4.grup: 15° açılı abutmentların 6x105 kez dinamik yüklenmesidir (Grup: A6). Dinamik yükleme siklusu öncesi her abutment vidası 3 kez 30 N.cm tork ile sıkılıp ardından gevşetme işlemine tabi tutulmuştur. Oluşan gevşeme tork değerleri (1. 2. ve 3. GTD) not edilmiştir. Daha sonra örnekler yeni vida ile 30 Ncm tork ile sıkılıp dinamik yükleme işlemlerine tabi tutulmuştur. Dinamik yükleme sikluslarından sonra GTD'ler 4.GTD olarak not edilmiştir. Ayrıca yorulmuş vida son kez sıkma-gevşetme siklusuna tabi tutulmuş ve 5. GTD elde edilmiştir. Sonuç olarak her örnek için toplam 5 adet GTD elde edilmiştir. Bu değerler, gruplar içinde ve gruplar arasında tekrarlayan ölçümlerde ANOVA, iki yönlü ANOVA ve Tukey HSD testleri ile karşılaştırılmıştır. Bulgular: Dinamik yükleme sikluslarından sonra gruplar arasında anlamlı bir fark gözlenmemiştir (p>0.05) (D3: 26,43±0,72, D6: 26,05±0,75, A3:26,40±0,73, A6:26,27±0,80). Tüm gruplarda; 4. GTD; 1. 2. ve 3. GTD'lerden anlamlı olarak düşüktür (p<0.05). Gruplar arası 4. GTD'ler arasında anlamlı bir fark yoktur. 5. GTD'ler için; sadece A6 grubunda 1. 2. ve 3. GTD'lerden anlamlı olarak düşük iken (p<0.05), D3, D6 gruplarında istatistiksel olarak anlamlı fark yoktur (p> 0,05). A3 grubunda 5. GTD ile 2. GTD arasında istatistiksel olarak anlamlı fark vardır. Sonuç: Dinamik yükleme GTDyi anlamlı ölçüde azaltmaktadır. Dinamik yükleme öncesi açılı abutmentlar, düz abutmentlara göre daha yüksek başlangıç GTD göstermişlerdir. 5.GTD sonuçlarına göre; D3 ve D6 gruplarında 5.GTD ile 1. 2. ve 3. GTD arasında anlamlı fark yok iken, A6 grubunda 5.GTD ile 1. 2. ve 3. GTD arasında, A3 grubunda 5.GTD ile 2. GTD arasında anlamlı fark vardır. Özellikle açılı abutment kullanımında yorulmuş vidanın yeni vida ile değiştirilmesi daha faydalı olabilir.Publication Metadata only dental implant uygulamalarında pre operatif, intra operatif ve post operatif parametrelerin retrospektif olarak değerlendirilmesi / retrospective evaluation of preoperative, intraoperative and postoperative parameters in dental implantation(Bezmialem Vakıf University, 2020-06) GAHRAMANOV, Valey; Prof. Dr. Banu Arzu ALKANDental implants are becoming more and more common in the treatment of partial and complete edentuluosness. There are many factors that affect the success of the implant treatment and these should be taken into consideration before the examine the relationship between inital implant stability quotient value (ISQ), insertion torque value (YT), Hounsfield Unit (HU) values and 3rd month ISQ values obtained from patients who received implant treatment.Publication Metadata only Diode lazer kullanımının E.faecalis biyofilm üzerindeki etkisinin değerlendirilmesi(2020) BENEZRA, Mira Kebudi{{abstract}}Publication Metadata only Diş eti kalınlığını artırmak amacıyla injectable-platelet rich fibrinin (I-PRF) ve mikroiğnelemenin kullanılması(Bezmialem Vakıf University) ÖZSAĞIR, Zeliha Betü; Doç. Dr. Mustafa TUNALIIn this split mouth study, 33 systemically healthy patients with thin gingival biotype were randomly treated with MN+I-PRF, and I-PRF. I-PRF was injected on the one side and MN+I-PRF was performed on the other side of the same patient. Plaque index (PI), gingival index (GI), bleeding on probing (BOP), probing depth (PD), clinical attachment level (CAL), gingival thickness (GT), and keratinized tissue width (KTW) were assesed before the treatment and every month for six months after the final injections.Publication Open Access Dişeti çekilmelerinin tedavisinde titanyum trombositten zengin fibrin (T-PRF) ve bağ dokusu greftinin etkinliklerinin karşılaştırılması / Comparison of the efficacy of the titanium plateletrich fibrin (T-PRF) and connecti̇ve tissue graft in thetreatment of gingival recessions(Bezmialem Vakıf University, 2019) ÖZTÜRK, OsmanEsthetics, dental hypersensitivity and the prevention of caries and non-carious cervical lesions are considered the main reasons of gingival recession treatment. Subepithelial connective tissue graft (SCTG) is considered the gold standard, although many surgical methods are available for the treatment of gingival recessions. Titanium platelet rich fibrin (T-PRF); it is a platelet concentrate developed in titanium tubes based on the hypothesis that the glass content may be affected by silica during activation of the platelet-rich fibrin (L-PRF) obtained in the glass-covered tubes. The use of titanium causes the fibrin network to become tighter, prolong the resorption time, and a more controlled and prolonged release of growth factors De-epithelized connective tissue graft (DCTG) is obtained by taking the epithelium on the graft extraorally after it is taken with the epithelium. DCTG is a better-performing connective tissue graft thanks to the protection of the more rigid and stable lamina propria located close to the epithelium than SCTG.To date, there is no clinical study that the more stable and organized T-PRF than PRF and the de-epithelial connective tissue graft (DCTG), which is more stable than subepithelial connective tissue graft (SCTG), which is the gold standard in root-surface closure, can be used for predicting the efficacy and predictability of the use of tunnel technique. The aim of this randomized clinical trial was to compare the clinical results of different autogenous graft materials (T-PRF & DBDG) in the treatment of Miller Class I / II gingival recessions. The treatment of 27 patients with Miller Class I / II gingival recession in 80 teeth was completed. Gingival recessions were randomly treated with T-PRF (40 teeth) or DCTG (40 teeth) modified tunnel technique. Clinical measurements were recorded at baseline, 3 months and 6 months after the operation. VAS (Visual Analog Scale), healing index was evaluated and material thickness was recorded. The first gingival recession depth was 3.02 ± 1.15 mm in the T-PRF group and 2.81 ± 0.86 mm in the DCTG group. After 6 months, the mean root closure rate was 78.33% in the T-PRF group and 85.28 in the DBDG group, while the complete root surface mean was 62.5% in the T-PRF group and 70% in the DCTG group. There was no statistically significant difference between the groups for both values. At the end of the treatment, both graft materials were increased the keratinised tissue width and gingival thickness statistically significantly in both groups. Within the limits of this study, it was shown that autogenous T-PRF membrane provide reliable and effective results in the treatment of Miller I / II gingival recession defects. T-PRF can be used as an important alternative to DCTG.Publication Open Access Dişeti fenotipini kalınlaştırmak amacıyla ınjectable-platelet-rich-fibrin'in (I-PRF) kullanılması / Using the injectable-platelet-rich-fibrin (I-PRF)for enhancing the gingival phenotype(Bezmialem Vakıf University, 2018-12) ÖZSAĞIR, Zeliha BetülA thin gingival biotype is important predisposing factor for gingival recessions. There is still no way to improve the gingival thickness predictably. Platelet rich fibrin (PRF) was developed as a second generation autologous platelet concentrate without the use of anticoagulants or other additives. A liquid injectable-platelet-rich fibrin (I-PRF) was developed by modifying spin centrifugation forces and centrifugation time and utilizing non-glass centrifugation tubes. Wound healing which starts on holes as a result of a lot of microneedling to the tissue ends up with new collagen formation. The holes exist after microneedling increase penetration and efficacy of the applied substances. This randomized controlled clinical trial attempts to evaluate the effect to gingival thickness using I-PRF alone and with microneedle (MN) in individuals with thin gingival thickness. In this split mouth study, 33 systemically healthy patients with thin gingival biotype were randomly treated with MN+I-PRF, and I-PRF. I-PRF was injected on the one side and MN+I-PRF was performed on the other side of the same patient. Plaque index (PI), gingival index (GI), bleeding on probing (BOP), probing depth (PD), clinical attachment level (CAL), gingival thickness (GT), and keratinized tissue width (KTW) were assessed before the treatment and every month for six months after the final injections. After evaluation of the GT between the groups, statistically significant difference was found in the MN+I-PRF group at the sixth month after the final injection. In the intra-group comparisons, a statistically significant increase in GT was observed within both I-PRF [GT increased from 0.43mm±0.14 to 0.62mm±0.11 (p<0.001)] and MN+I-PRF [GT increased from 0,4mm±0,14 to 0,66mm±0,12 (p<0.001)] groups at the sixth month after the final injection. In the intra-group comparisons, a statistically significant increase in KTW was observed within MN+I-PRF group [KTW increased from 2.94mm±1.21 to 2.99mm±0,22 (p<0.001)] at the sixth month after the final injection. In individuals with thin gingival phenotype, I-PRF alone and with MN increased gingival thickness. I-PRF with MN may play a role in increasing the keratinized gingival width.Publication Open Access Diyot lazer kullanımının enterococccus faecalis biyofilmi üzerine etkisinin in vitro olarak incelenmesiKEBUDİ BENEZRA, MİRA; DİNÇER, ASİYE NURBu in vitro çalışmanın amacı, 810 nm lazer'in Enteroccoccus faecalis üzerindeki etkinliğinin incelenmesi ve NaOCl irrigasyon solüsyonu ile karşılaştırılmasıdır. Böylece kök kanal dezenfeksiyonunda alternatif bir yöntem olarak öne sürülen lazer sistemlerinden 810 nm lazerin E. faecalis üzerindeki antibakteriyel etkinliğinin değerlendirilmesidir. Bu çalışmada 50 adet çekilmiş tek kök insan dişi kullanıldı. Dişler elmas frez (Dentsply / Maillefer, Tulsa, OK, ABD) ile kron kısımlarından kesilerek kanal boyları 14 mm olacak şekilde ayarlandı. Kök kanallarının kemomekanik şekillendirilmesi paslanmaz çelik el aletleri ile %5,25 NaOCl (Cerkamed, Pawłowski, Polonya) solüsyonu kullanılarak yapıldı. Şekillendirme sonrası 5 ml %17 EDTA (MD-Cleanser™, Meta Biomed Co. Ltd., Cheongju City, Chungbuk, Korea) solüsyonu ile smear tabakası uzaklaştırıldı ve en son 5 ml salin ile irrigasyon işlemi tamamlandı. 2 ml'lik tüplere yerleştirilen dişler 121° C'de 15 dakika otoklavda steril edildi. Kökler rastgele 4 deney ve negatif kontrol grubuna ayrıldı. Tüm deney grupları negatif kontroller hariç 21 gün süresince E. faecalis ATCC 29212 suşu ile inkübe edildi. Tedavi öncesi örnekler 40 numara H- tipi eğe ile kazıma işlemi ve kök kanalında 30 sn bekletilen kağıt kon ile örnek alındı. Ardından deney gruplarına şu şekilde tedavi prokolleri uygulandı; Grup 1: %17 EDTA + 1W diyot lazer + salin, Grup 2: %17 EDTA +1,5W diyot lazer + salin, Grup 3: % 17 EDTA + %5,25 NaOCl + salin, Grup 4: 5 ml Serum fizyolojik (SF). Tedavi sonrası mikrobiyolojik örnek toplamak için 45 numara H- tipi eğe ile kazıma işlemi yapıldı. Hem H- tipi eğe hem de kanal içinde bekletilen kağıt kon fosfat tamponlanmış solüsyon (PBS) içeren mikrosantifüj tüplerine aktarıldı. Mikrobiyolojik değerlendirme, koloni oluşturan birimler (CFU) sayımı ile yapıldı. Her bir diş tedavi öncesi ve sonrası için koloni sayısındaki azalma yüzde olarak hesaplandı. Her deney grubunda yer alan negatif kontrol dişlerden ve 4 adet SF grubu dişinden taramalı elektron mikroskobu (SEM) ile görüntüler alındı. İstatistiksel değerlendirmeler için Wilcoxon testi ile Mann Whitney U testi kullanıldı. Anlamlılık düzeyi p<0,05 olarak kabul edildi. Sonuç olarak Grup 4 (p:0.386; p>0,05) dışında her deney grubu kendi içinde değerlendirildiğinde bakteri sayısındaki azalma tedavi öncesine (Grup 1 p:0.012; p<0.05; Grup 2 p:0.012; p<0.05; Grup 3 p:0.002; p<0.05) göre anlamlı bulunmuştur. Ancak Grup 3'te görülen yüzde düşüş miktarı Grup 1 (p:0.000), Grup 2 (p:0.000) ve Grup 4'ten (p:0.000) istatistiksel olarak anlamlı düzeyde yüksek bulunmuştur (p<0.05). Deney gruplarının hiçbirinde E. faecalis tümüyle elimine edilememiştir ve diyot lazerin antibakteriyel etkinliği NaOCl'den daha az bulunmuştur. Ancak lazer güç parametresindeki artış antibakteriyel etkinliği arttırmıştır.Publication Metadata only Doğal Çam kabuğu özütünün (Pinus sylvestris) dentin dokusu üzerindeki enzimatik aktivite etkisinin değerlendirilmesi(Bezmialem Vakıf University) KAHYA, Deniz Selin{{abstract}}Publication Open Access Dört implant destekli (all-on-four) tedavi konseptinde boyun bölgesi açılı implant kullanımının oluşan stresler üzerine etkisinin sonluelemanlar analizi ile incelenmesi / Investigation of the effect of using sloped implant design on stressgenerated by finite element analysis in the all-on-four treatment conceptAKTAŞ, TAHA; DİKER, NURETTİNBu çalışmanın amacı posteriorda açılı yerleştirilen implantlarda kemikle aynı seviyede biten, açılı bir implant boynu dizaynının kullanımıyla implant, protez iskeleti, peri-implant kemik, dayanak ve dayanak vidasında oluşacak streslerin standart implant boynu dizaynının kullanıldığı sistemlerle karşılaştırmalı olarak SEA ile incelenmesidir. Çalışmamızda atrofi miktarı nedeniyle all-on-four tedavi konsepti uygulanacak mandibula ve maksilla modellemeleri yapılacaktır. Aşırı rezorbe maksilla ve mandibulada implant yerleştirilmesi ve konumlandırılması genellikle zordur. Bu nedenle dişsiz çenelerde aşırı rezorbe kretlerde greft uygulamasını ekarte edebilmek ve daha öngörülebilir bir implant protokolü sağlamak için distal implantların eğimlendirilmesi önerilmiştir. All-on-four tedavi konsepti mandibula ve maksillada anterior bölgeye 2 adet vertikal pozisyonda, 3,8x11 mm boyutlarında (Quattrocone, Medentika) posterior bölgeye de 2 adet 30 derece açılı olacak pozisyonda, 4,3x11 mm boyutlarında (Quattrocone30, Medentika) implant çene kemikleri içerisine yerleştirilerek simüle edilecektir. Bu aşamada posterior bölgeye yerleştirilen implantlarda 30 derece açılı implant boynu ve standart implant boynu modellemeleri kullanılarak iki farklı model elde edilecektir. Yüklemeler her iki senaryo için de 6. dişler üzerinden her bir dişe modelin sağ tarafından 30 derece açılı olarak 250 N büyüklüğünde dişlerin bukkal tüberkülünden lingualden ve palatinalden bukkale doğru uygulanmıştır. Simülasyonu sonrasında implantlar, dayanaklar, dayanak vidaları, protez iskeleti ve implant boynu etrafındaki kortikal kemikte oluşan stress değeleri ve protetik restorayonlardaki yer değiştirme miktarı belirlenecektir. Maksillada posterior bölgede boyun bölgesi açılı implantta Von Misses değeri 94.9 MPa olarak bulunmuşken, boyun bölgesi düz olan implantta Von Misses değeri 117 MPa olarak bulunmuştur. Mandibulada posterior bölgede boyun bölgesi açılı implantta Von Misses değeri 174.4 MPa olarak bulunmuşken, boyun bölgesi düz olan implantta Von Mises değeri 328.9 MPa olarak bulunmuştur. Düz implantta Von Mises stres boyun bölgesi açılı olan implanta göre daha fazla çıkmıştır. Tüm modellerde implant ve abutment'taki maksimum Von Mises stress yüklemenin yapıldığı taraftaki implant ve abutment üzerinde oluşmuştur. Düz implantın çevresindeki kemik bölgesinde maksimum ve minimum asal stres değerlerinin daha yüksek olduğu gözlemlenmiştir. Anahtar Kelimeler: Peri-implant kemik, all-on-four, dental implantPublication Open Access Düşük doz lazer tedavisinin ve fotodinamik tedavinin oral mukozit üzerine etkilerinin karşılaştırılması / Comparison of the efficacy of low level laser therapy and photodynamic therapy on the effect of oral mucositis in rats(Bezmialem Vakıf University, 2017) BAYER ALINCA, Suzan; Prof. Dr. Nergiz YILMAZOral mucositis (OM) induces severe pain and limits fundamental life behaviors such as eating, drinking and talking for patients receiving chemotherapy or radiotherapy. In addition, through opportunistic microorganisms, OM frequently leads to systemic infection which then leads to prolonged hospitalization. Severe lesions often adversely affect curative effects in cancer cases. Therefore, the control of OM is important for oral health quality of life and prognosis. Low level Laser Therapy (LLLT) may be useful to accelerate wound healing. Indocyanine green can improve LLLT affect. In this study, 24 Sprague Dawley rats were divided into 3 groups as control, laser and laser+indocyanine green groups. All groups received 5-Fluorouracil intraperitonally and trauma to the mouth pouch with a needle. After the formation of OM in the mouth, the control group had no treatment; the laser group was administered laser, and the photodynamic therapy had LLLT after indocyanine green application. Then all groups were sacrificed and histologic and basic fibroblast growth factor (bFGF), transforming growth factor (TGF-β) and platelet-derived growth factor (PDGF-BB) were evaluated in all groups. LLLT with indocyanine green application was determined to be statistically significantly more effective than only laser application on bFGF and PDGF-BB groups. However, in respect of TGF-β, no statistically significant difference was observed between the groups. In conclusion, within the limitations of this study, indocyanine green can accelerate LLLT effect. However further studies on this subject are required.